Tahrip Edilen Tabiat
Fethullah Gülen
Rahmeti Sonsuz tarafından yaratılıp insanoğlunun tenezzüh, müşâhede ve mütalâasına sunulan bu muhteşem kitap, bu büyüleyen meşher, ne acıdır ki bugün, bir çöp yığını kadar dahi önemsenmemekte ve ihtimam görmemektedir. Önemsenme ve ihtimam görme şöyle dursun, dört yandan çölleştirme, mezbeleliğe çevirme taarruzları karşısında sarsık, perişan ve lime limedir.
Bugün artık, emir ve iradenin muhteşem bir arşı olan hava, ifritten bir duman ve kahırla dalgalanan bir girdap.. Hakk’ın, hayat ve lütuf kaynağı olan sular, tehlike ile çağlayan birer seylap ve hayata kapalı birer zift kanalı; Rahmeti Sonsuz’un ihsan ve keremini, hazinedarlık planında temsil eden toprak, bini bereketi akıp gitmiş bir çorak, kuvve-i inbâtiyesi kaybolmuş bir çöl ve ekolojik dengesi bozulmuş bir ölüm ülkesi gibi…
Bize emanet edilen her şey gibi, bu mücessem kitaba, bu muhteşem meşhere de yazık ettik. Yazık ettik çölleştirdiğimiz ovaya-obaya.. yazık ettik kirlettiğimiz denize-çaya.. yazık ettik toprağa-havaya.. ve yazık ettik içinde yaşanılmaz hâle getirdiğimiz ormana, bağa, bahçeye… Daha doğrusu Cennet’e benzeyen bu güzel dünyayı Cehennem’e çevirmekle yazık ettik kendi kendimize..!
Şayet insanlar, nizamını bozup kirlettikleri bu dünyayı, yeniden imar edip eski güzellik ve ihtişamına ulaştırmazlarsa, bu güzel dünyanın Nuh Tufanı gibi hâdiselerle enkaz yığınları hâlinde başımızdan aşağı dökülmesi kaçınılmaz olacaktır1.
TABİÎ AFETLER BİZE NE SÖYLER?2
Soru: Son zamanlarda Türkiye ve bazı ülkelerin başlarına gelen tabiî afetlerin diliyle anlatılmak istenennedir? Ne gibi dersler almalıyız?
Allah insanı kâinatla, kâinatı da insanla alâkalı olarak yaratmıştır. Fakat O, icraatını hep sebeplerperdesi arkasında gerçekleştirmektedir. Tıpkı insanın davranışlarında olduğu gibi.. Üstad bu hakikate şuveciz ifadesiyle işaret buyururlar:
“İzzet ve azamet ister ki, esbap, perdedâr-ı dest-i kudret ola aklın nazarında; tevhid ve celâl ister ki, esbap, ellerini çeksinler tesir-i hakikîden…” Demek ki kâinatta cereyan eden hemen her şey bir sebeplemeydana gelmektedir. Evet, insanı sürekli sebepler yönlendirir.. yönlendirir ama, perde gerisinde her şeyikudretiyle yaratan, hikmetiyle evirip çeviren Allah (celle celâluhu) vardır.
Bu kısa girişten sonra, soruda kastedilen hususa geçelim: Bunun bir gerçek olduğu hepimizinmalumudur. Hem de yalnız Türkiye’de değil, dünyanın dört bir bucağında; meselâ, Meksika’da,Bangladeş’te, Filipinler’de, Japonya’da deprem, sel, kasırga, fırtına gibi tabiî afetler devam edip gidiyor.Bunların bazıları için ilim adamları çeşitli sebeplerden bahsediyor. Meselâ son depremler hakkında faykayması ya da Fransa’nın nükleer denemeleri sonucu meydana gelmiştir diyebiliyorlar.
Başta da söylediğim gibi bunlar doğru olabilir. Beşerin kendi eliyle tabiatı tahrip edip, ekolojikdengeyi bozması sonucu da olmuş olabilir. Ancak bunlar birer sebeptir. Cenâb-ı Hak isterse bu sebepleretesir gücü vermeyebilir. Yani Rihter ölçeğine göre dokuz şiddetinde uzun bir müddet deprem olur da can vemal zayiatı olmayabilir. Allah’ın her şeye gücü yeter. Nitekim bir hadis-i şerifte Nebiler Serveri (sallallâhualeyhi ve sellem) “İnsanlar Allah’a tam kul olduklarında, Allah geceleri yağmur yağdırır, gündüzleri degüneş doğar.” buyurur. Yani bir taraftan yağmurla gelecek olan bereket, yümün, öte taraftan onun insanırahatsız ve günlük hayatını altüst eden birtakım olumsuz yönlerinden insanlar etkilenmez. Demek ki,yağmurun hayat veren yanları, Allah’a hakikî kul olanlara ulaşıyor ve şer gibi gözüken yanlarını da Oduyurmuyor. Hadiste belirtilen bu hakikat, niçin depremde veya sair tabiî afetlerde olmasın ki! Olmamasıiçin hiç bir sebep yok. Yeter ki biz O’na hakikî kul olabilelim.
Öte yandan; Allah bir âyet-i kerimede şöyle ferman buyuruyor: “Allah bir beldeyi, o belde ahalisiıslahçı oldukları müddetçe helâk edecek değildir.”3 Madem Cenâb-ı Hak böyle vaad ediyor, öyleyse bizkendimize düşeni yapalım, gerisine karışmayalım. Şimdi acaba bizler, Kur’ân’ın istediği performansıgösterebiliyor muyuz? Yani gerçek anlamda belâların def’i için şemsiye vazifesi görebiliyor muyuz?
Kur’ân bu vazifeleri yapan insanları “muslihûn” sözcüğü ile anlatır. “Muslihûn” isim cümlesidir. İsimcümlesi Arapça’da devam ve sebat ifade eder. Öyleyse “muslihûn”, aralıksız; yani yatarken-kalkarken, yerken-içerken, “İfsat içinde boğulan şu insanlığın hâli ne olacak?” diye düşünen, insanlığın insanlık zirvelerineçıkmasını planlayan, bu hususta projeler üreten, onları tatbikata koyan ve âdeta bunun haricinde hiçbir derdi, davası olmayan insanlar demektir.
İşte böylesi insanlar olduğu müddetçe, Allah o ülkeyi helâk etmeyecektir. O hâlde bu âyetten aldığımızgüçle, çok rahatlıkla şöyle diyebiliriz: “Kur’ân’ı dert edinmiş, insanlığın salâhını düşünen, bunu hayatınıngayesi bilip, kadın-erkek bu uğurda mücadele eden bir zümre varsa, Allah o ülkeye semavî ve arzî belâlarvermeyecektir.”
Bediüzzaman Hazretleri’nin İzmir ve Erzincan depremleriyle alâkalı olarak şöyle dediği anlatılır; “Yaoralarda hiç hizmet eden yoktu veya onlar yenik durumda idiler ki, bu belâ başlarına geldi.” Demek ki üç-beşinsanın düşüncesi, çabası belâların def’i için yeterli olmayabiliyor.
Ayrı bir husus; böyle afetlere maruz kalmış insanlar, Allah’a tazarru edecekleri yerde, dönüpkaymakama, valiye, hükümete, devlete hakaret eder ve: “Devlet bu belâyı hazırladı, altyapı hazır değildi,inşaat ruhsatı verilmemeliydi vs.” diyorlar. Hâlbuki İslâm inancına göre maziye ve musibetlere kaderaçısından bakılır. Artık bu safhada bize, Allah’a tevekkül etmek düşer. Yoksa böyle bir bakış açısı, musibeti-Üstad’ın ifadesiyle- ikileştirir.
Kaldı ki bu millet vefalıdır. Tekrar oraları ihya edebilir. Yardım kampanyaları açar, yardım elini uzatır.O, bugüne kadar bu yolla nice yerleri ihya etmiştir. İşte Erzincan! Bu açıdan, olumsuz düşünme, olumsuzdavranma musibeti ikileştirir. Hem mal, hem can gider, hem de şuna-buna atf-ı cürümde bulunulursa din-imangider. Kelimenin tam anlamıyla “dünyada da ahirette de kaybeden”4 insanlar arasında yerini alır…
Hâsılı, Allah tarafından gelen belâ ve musibetlerin bizim düşüncelerimiz ve davranışlarımızla çok ilgisivardır. O hâlde sadece ülkemizde değil, bütün dünyada sarsıntıların, sellerin, fırtınaların durmasını istiyorsak,topyekün yeryüzünü ihya, imar ve ıslah gayreti göstermeli, gösterip Kur’ân’ı temsil etmeliyiz ki, bu belâlarakarşı şemsiye vazifesi görebilelim.
Son olarak, babamdan dinlediğim, mevsuk kitaplarda ise görmediğim bir hususu arz etmek istiyorum:
Allah bir beldenin altını üstüne getirmeyi kader planında yazmış; derken kaza vakti gelmiş. Tam oesnada bir çocuk, annesi hamur yoğururken bir ihtiyacından dolayı çığlık çığlığa bağırmaya, ağlamayabaşlamış. Annesi ellerini temizleyip onun yanına gidinceye kadar biraz vakit geçmiş. Bu arada anneçocuğuna karşı şöyle sesleniyormuş: “A be evladım, ne öyle çılgınca bağırıyorsun? Allah bile bir ülkeyi helâkederken bu kadar acele etmez.”
İşte bu söz üzerine, Cenâb-ı Hak atâsı ile kaderi bozmuş ve o ülkeyi helâk etmemiş. Görüldüğü gibiAllah’a bir yöneliş, bir teveccüh, bir güzel hâl ve tavır, böylesi ilâhî atâların meydana gelmesine vesileolabiliyor. Ancak insanlar, O’na karşı firavunlardan daha mütemerrit davranıyorlarsa… Evet bu şartcümlesinin cevabı yok.
Yâ Rab! Sen merhametlilerin en merhametlisisin. Merhametini üzerimizden eksik etme. Hususiylemerhametini, bizleri mükemmel insanlığa yönlendirmesi şeklinde tecellî ettir. Âmin!
DİPNOTLAR
1Sızıntı, Ocak 1990
2Prizma 2, Çağlayan A.Ş., İzmir, Ocak 2011, s. 78-81
3Hud sûresi, 11/117.
4Bkz.: Hac sûresi, 22/11.