Tabiatın Dili

Fethullah Gülen

“Nasıl ki bir köşkün, bir yalının mimârîsi, mimârîsindeki incelik ve zarafeti, köşkün ve yalının ötesinde, bizlere başka şeyler fısıldar. Öyle de bu sanat hârikası tabiat meşheri de varlığının ötesinde, bir var edip gün yüzüne çıkaran, bir tanzim edip ortaya koyan; ortaya koyduğu her eseriyle kendisini hissettiren, fakat azametiyle bir türlü sezilmeyen, insan idrak ve ihâtasının üstünde bütün nizam ve güzelliklerin hakiki kaynağını, vicdanlara duyurur ve insanı mest eder.

Tabiatta mimârî, semâlarla iç içe gibidir. Dağlar, o mehîp edâlarıyla başlarını semânın eteklerine dayamış gibi görünmeleri; göklerin, bu şiddetli vuslat arzusuna karşı kendilerini salıvermeleri… Evet bu mimârî, bütünüyle ne tatlı bir remizdir! İnsan hayâli, çiçeklere konup-kalkan arılar gibi, onun güzelliğinin akislerine kona-kalka ufka kadar ilerler. Oraya ulaşınca da yeniden başlayacak bir seferle yolların, gökler ötesi sonsuza doğru uzayıp gittiğini sanır. Sanır da, ruhunun derinliklerinde ötelere ait nağmeler duymaya başlar. Hülyâlarıyla bu âlemde, uzun süre kalmayı başaranlar; sevdâsıyla yanıp tutuştukları, hasretini vicdanlarında duydukları hakiki sevgilinin vuslatına erer ve bu tatlı rüyâdan uyanmak istemezler.

Kalp, ruh ve vicdanlara binbir haz ve lezzetin akıp-durduğu bu irfan kuşağında seyahate azmetmişler için tabiat; gönüllere inşirâh salan manzaraları, rengârenk tepeleri, hülyâlı dağları, baygın bahçeleri, ürperten koruları, çağıltılarla akıp giden çayları “vahdet vahdet!” diye denizlerle bütünleşen ırmakları… Evet, bütün bunlarla bilhassa, bahar ve yaz mevsiminde tabiat meşheri, bir keyif, bir neş’e, bir huzûr, bir hayâl diyârıdır âdeta” (Gülen, 1990).

Kaynak: Gülen, M. F. (1990, ocak). Tabiatın dili. Sızıntı, 11(132), 1-2.